Hadis Yazmak
Hadis yazmak: Yazmak yoluyla hadisi nakletmek
demektir.
Bu yolda aslolan helâl olmasıdır. Çünkü bu bir
araçtır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de Abdullah b. Amr’a
kendisinden duyduklarını yazması için izin vermiştir. Bunu Ahmed hasen bir sened
ile rivayet etmiştir. Eğer yazmaktan dolayı şer’î bir sakınca ortaya
çıkacağından korkulursa o zaman ona engel olunur. İşte Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem‘in: “Benden Kur’ân’dan başka bir şey yazmayınız. Her kim
benden Kur’ân’ın dışında bir şey yazmışsa onu silsin.”[1]
hadisi buna göre yorumlanır.
Eğer sünnetin korunması ve şeriatin tebliği
ancak yazmak ile mümkün olabiliyorsa o takdirde yazmak farz olur. Peygamber
Sallallahu aleyhi vesellem‘in hadisini insanları yüce Allah’ın yoluna davet
etmek ve onlara şeriatini tebliğ etmek üzere yazılı mektuplarla bildirmesi, buna
göre açıklanır.
Buhârî ve Muslim’de Ebu Hureyre Radıyallahu
anh‘dan rivayete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Mekke
fethinde bir hutbe irad etti. Yemenlilerden Ebu Şah diye bilinen bir adam
kalkarak:
“(Bunu) benim için
yazıdırınız ey Allah’ın Rasûlü”, dedi. Peygamber şöyle buyurdu:
“Ebu Şah’a yazınız.”
O bununla Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem‘den dinlediği hutbeyi
kastediyordu.
Hadisin yazılmasına itina
etmek icab eder. Çünkü bu, hadis nakletmenin iki yolundan birisidir. O halde
buna gereken itinayı göstermek gerekir. Tıpkı hadisin lafız yoluyla nakledilmesi
için gerekli itinanın gösterildiği gibi. Hadis yazmanın iki niteliği
sözkonusudur. Vacip ve mustahsen.
Vacip olan yazma:
Hadisi açık seçik, tereddüde düşürmeyen ve karışıklığa sebep teşkil etmeyen bir
hat ile yazmaktır.
Müstahsen şekil
ise aşağıdaki hususlara riayet ederek yazmakla mümkündür.
1-
Yüce Allah’ın adı geçtiği yerde “teâlâ, azze ve celle, subhanehu” lafızlarından
birisini ya da bunlardan başka yüce Allah’a açık övgü ihtiva eden bir kelimeyi
rumuza başvurmaksızın (tam olarak) yazmak. Rasûlullah Sallallahu aleyhi
vesellem‘in adının geçtiği yerde “sallallahu aleyhi ve sellem” yahut “aleyhi’s-salâtu
ve’s-selâm” ifadelerini rumuz kullanmadan açık bir şekilde yazmak. el-Irakî,
Mustalah’a dair Elfiye’sini şerhederken diyor ki: Peygamber Sallallahu aleyhi
vesellem‘e salâtı, yazı ile rumuz yoluyla iki harf veya ona yakın harf
yazmakla yetinmesi mekruhtur. Yine şunları söylemektedir: Salat ya da teslimden
birisini hazfederek diğeri ile yetinmesi de mekruhtur.
Bir sahabinin adı geçtiği vakit “radıyallahu anh”
yazar. Ashab-ı kiramdan herhangi bir kimse için ona özel bir alâmet olacak
şekilde özel bir övgü ya da muayyen bir dua tahsis ederek, adı her geçtikçe onu
söylemez. Nitekim Rafızilerin Ali b. Ebi Talib Radıyallahu anh‘ın adı
geçince “aleyhisselam” ya da “kerremallahu vecheh” demeleri bu kabildendir. İbn
Kesir der ki: Bu bir çeşit tazim ve tekrim kabilindendir. Şeyhan (Ebu Bekir ve
Ömer) ile mü’minlerin emiri Osman’a böyle bir şey demek ondan daha uygundur.
Şayet Ali Radıyallahu anh‘ın adı geçince
selam ile birlikte bir de salatı ekleyecek olursa ve başkası için böyle bir şey
yapmazsa bu memnudur. Özellikle böyle bir ifadeyi hiç ihmal etmediği bir şiar
haline getirmesi hakkında bu böyledir. Bu durumda böyle bir şeyi terketmek
teayyün eder. Bunu İbnu’l-Kayyim, Cilâu’l-Efham adlı eserinde
zikretmektedir.
Şayet bir tabiî ya da ondan sonra duayı
hakedenlerden bir kimse geçerse onun için “rahimehullah” diye yazar.
2-
Hadisin nassına başkasından ayırdedilecek şekilde bir işaret koyarak onu iki
parantez ( ) yahut iki köşeli parantez [ ] yahut iki daire OO ya da buna benzer
işaretler arasına alır ki, hadis başka şeylerle karışarak tereddüde düşülmesin.
3-
Hataların düzeltilmesi için izlenen kurallara riayet etmek.
Yazılmamış ifadeleri ya iki kenardan birisinde
yahut yukarda ya da aşağıda ilgili yere gerekli işareti koymak suretiyle ekler.
Fazla ibare olursa fazlalığın ilk kelimesinden sonuncusuna kadar kesintisiz tek
bir çizgi ile üzerini çizer. Böylelikle çizginin altındaki ibareler büsbütün
kapanmamış ve okuyucu için üstü örtülmemiş olur. Eğer fazla kısım çoksa satır
hizasından biraz yukarda ilk kelimesinden önce “lâ” ve son kelimesinden sonra da
“ilâ” diye yazılır.
Şayet fazlalık bir kelimenin tekrarı şeklinde
ise bunların sonuncusunun üstünü çizer. Ancak ikinci kelimenin kendisinden
sonraki kelimeyle ilişkisi varsa birincisinin üstünü çizer. Mesela “Abdullah”
kelimesinde “abd” kelimesi; “imriu’n mü’min” kelimesinde “imru” kelimesi tekrar
edilmişse birincisinin üzerini çizer.
4-
Şayet iki ayrı kelime, iki ayrı satırda bulunuyor ve bunları birbirlerinden
ayırmak yanlış bir mana izlenimi verecekse bu iki kelimeyi birbirinden
ayırmamalıdır. Mesela Ali Radıyallahu anh‘ın: “Safiyye’nin oğlunun (ez-Zübeyr
b. el-Avvam’ı kastediyor) katilini ateşle müjdele” şeklindeki sözünün “katili
müjdele” ibaresini bir satırda, “Safiyye’nin oğlu ateşle” ibaresini bir satırda
yazmamalıdır.
5-
Muhaddisler arasında meşhur olanlar dışında[2]
rumuz kullanmaktan uzak durmalıdır. Meşhur olan bu rumuzların bazıları
şunlardır: “Haddesenâ” yerine “senâ, nâ, desenâ” rumuzlarından birisi yazılı
olsa bile “haddesenâ” diye okunur. “Ahberenâ” yerine rumuz olarak “enâ, ernâ,
ebnâ” diye yazılır fakat “ahberenâ” diye okunur. “Kale” yerine “kaf harfi” rumuz
olarak yazılır ve “kale: dedi” diye okunur. Çoğunlukla “kale” herhangi bir rumuz
dahi kullanmaksızın hazfedilir, fakat hadis kıraati esnasında bu, telaffuz
edilir. Mesela, Buhârî dedi ki: Bize Ebu Ma’mer anlattı, bize Abdu’l-Vâris
anlattı. Yezid dedi ki: Bana Mutarrif b. Abdullah, İmran’dan anlattı.
Dedi ki:
“Ey Allah’ın Rasûlü amel edenler ne diye amel
ederler”, dedim. O:
“Herkes ne için yaratılmışsa ona onun için
kolaylık sağlanır.” diye buyurdu.
Buhârî raviler arasında
“kale: dedi” lafzını hazfetmiş olmakla birlikte kıraat halinde telaffuz edilerek
bu örnekte şöyle denilir: Buhârî dedi ki: Bize Ebu Ma’mer anlattı dedi ki: Bize
Abdu’l-Varis anlattı dedi ki: Yezid dedi ki: Bana Mutarrif anlattı…
“Hâ” harfi bir hadisin birden çok isnadının
bulunması halinde isnadın birinden diğerine tehavvülü (geçişi)ne rumuz olmak
üzere kullanılır. Bu tehavvülün senedinin sonunda olması ile ortasında olması
arasında fark yoktur. Bu hâ yazıldığı şekilde telaffuz edilerek “hâ” denilir.
Senedin sonundaki tehavvüle örnek: Buhârî dedi
ki: Bize Yakub b. İbrahim anlattı dedi ki: Bize İbn Umeyye anlattı: O
Abdu’l-Aziz b. Suhayb’den, o Enes’den, o Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem‘den
“hâ”. Yine bize Adem anlattı dedi ki: Bize Şu’be, Katade’den, o Enes’den dedi
ki: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Sizden herhangi
bir kimse beni babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe
iman etmiş olmaz.”
Sened ortasındaki tehavvüle örnek: Muslim dedi
ki: Bize Kuteybe b. Said anlattı dedi ki: Bize Leys anlattı “hâ”. Yine bize
Muhammed b. Rumh anlattı: Bize el-Leys anlattı. O Nafi’den, o İbn Ömer’den, o
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem‘den dedi ki:
“Dikkat edin, hepiniz bir çobansınız ve hepiniz güttüğünden sorumludur.
İnsanların başındaki emir bir çobandır ve o güttüğünden sorumludur. Erkek aile
halkı üzerine bir çobandır ve o onlardan sorumludur. Kadın kocasının evi ve
çocukları üzerinde bir çobandır ve o onlardan sorumludur. Köle efendisinin malı
üzerinde bir çobandır ve o o maldan sorumludur. Dikkat edin, hepiniz çobansınız
ve hepiniz güttüğünden sorumludur.”